29 Aralık 2007 Cumartesi


Hz. Mevlana (k.s.), "nefsaniyet" ve "Rûhaniyet" diye adlandırılan, birbirine zıd iki keyfiyetin, birbirleri ile mücadelelerini ve her birinin tabi olduğu cazibeyi çeşitli misallerle anlatarak Rûhaniyetini inkişaf ettirmek isteyenlerin, ancak gerçek aşk sayesinde gayesine ulaşabileceklerini aşağıdaki hikayede şöyle izah eder.
Mecnûn'a, Leyla'nın yolculuğa çıktığı haberi gelir. Bunun üzerine devesine biner, Leyla'nın gideceği köye doğru süratle yol almağa çalışır. Yeni doğmuş bir yavruya sahip olan devesinin ise gözü, arkada kalan yavrusundadır. Mecnûn, devenin üzerinde uyumağa başladığı zaman deve, hemen yavrusunun istikametine döner. Mecnûn, farkına varınca, telaş içinde deveyi, yine Leyla'nın köyüne çevirir. Bu hal, defalarca tekerrür eder.""Günün sonunda Mecnûn, nereye geldiğini merak ile etrafına bakar, ileri-geri bu hareketlerle, daha sabahleyin yola çıktıkları mahalde olduklarını, bir fersah bile yol almadıklarını görür. O zaman Mecnûn, deveye seslenir:"A deve! Sen yavruna aşıksın, bense Leyla'ma!.. Dolayısıyla ikimizin de yolları farklı. Sen benim yolumu kesiyorsun, ben senin yolunu!.. Biz bu halde yoldaşlık edemeyiz. Sen fanî bir tene aşıksın, bense ebedî bir cana.. Ayrılmamız gerek!"Bu hikayede Mecnûn'dan murad, "sultanî ruh"tur ki, o da, Hüsn-i Mutlak'ın (Allah'ın) meclûbudur. Deveden maksad ise, "nefs" dir. Yavrusu da "heva vü heves" denilen dünya lezzetleridir.Bu hikayede, birbirinin zıddı olan iki Mecnûn, yani rûhaniyet ve nefsaniyet bir araya gelmiştir, ikisinin mücadelesi, temsîli olarak ifade edilir.Hz. Mevlana (k.s.), bu hikaye ile ilgili bazı beyitlerinde şu şekilde teşbihler yapar:"Rûhaniyet ile nefsaniyet, Mecnûn ile devesi gibidir ki, biri ileri, diğeri geriye gitmek ister.""Mecnûn'un anlık gafleti, deveyi yavrusu tarafına döndürür.""Mecnûn'un bedeni, Leyla'nın aşk ve sevdası ile dolu olduğu için Mecnûn, zaman zaman gayr-i iradi hayale dalarak kendinden geçer.""Ona rehber olacak olan akıl ise, Leyla'nın sevdasıyla kaplanmıştır." "Lakin deve, yani "nefs", dikkatli ve atik davranıp Mecnûn'un hayranlıkla kendinden geçtiği an, yavrusuna (heva ve hevesine) dönüyordu.""Nihayet Mecnûn, deveye döndü:"Ey deve! ikimiz de birbirimizin zıddına aşığız.. O halde yol arkadaşlığı yapamayız. Seninle beraber oldukça, ruhum Leyla'dan uzak kalıyor...""Ey deve! Vuslata giden yol, iki adımdan ibarettir. Senin mekrin (hilen), beni senelerdir vuslattan mahrum bıraktı. Halbuki yol, çok yakındı...""Lakin ben ise çok geç kaldım. Bu süvarilikten, yani senin sırtına binip, beni taşımandan usandım!.."dedi."Mecnûn, canhıraş bir şekilde kendisini devenin üzerinden yere attı.""O yiğit Mecnûn, kendini öyle bir attı ki, kaza-yı ilahi ile ayağı kırıldı.""Ayağını bağladı. Kendini top gibi yaptı. Süratle Leyla'nın menziline doğru bir tekerlek gibi yuvarlana yuvarlana yol almağa başladı."
Hikayede açıklanan gerçek şu ki; Varlığın aslı ve hakikati, vücûd-ı mutlaktır. İlahî irade ve latîf sıfatının tecellîsi ile vücuda gelen kesret aleminin temel kaidelerinden biri, aynileşme ve insanoğlunun aslına dönme iştiyak ve temayülüdür.Varlık, muhabbet sebebi ile kesrete dönüşür. Kesrette vahdet demek olan mahlükattaki ilahî tecellîlerin teke ircası manasındaki aynîleşme, ancak sevgi ve aşkla gerçekleşir."Ben gizli bir hazîne idim. Bilinmeyi arzu ettim, (marifetime muhabbet ettim) de kainatı yarattım." kudsî hadîsinde de beyan edildiği gibi kainatın yaratılış sebebi de, aşk ve muhabbettir.Bu sebepledir ki, varlıkların en şereflisi olan insanı, fanîlere bağımlılıktan kurtararak Rabb'ına yücelten ve ahsen-i takvîm mertebesine ulaştıran yegane müessir budur. Ancak bu yolda, Rûhaniyetin harcı olan aşk ve sevgi yerine nefsanî heva ve heveslerin peşinde koşmak, bu ilahî gayeye ters düşen bir bedbahtlıktır.

14 Aralık 2007 Cuma

Nefs-i Emmâre


Nefsin ilk basamağıdır; kötüyü emreder. Hak düşünülmez, gaye ve gayeye varmak için düşünülenler bâtıldır. Islahı için, uyulan kimsenin sözlerini, ‘paha biçilmez mücevherdir’, diye değerlendirip nazarına mazhar olmak için gayret etmek gerekir. Zor bir düşmandır. Hiçbir mücadele, onunla yapılan kadar zor olmaz. Bu mücadelede tevhid başı çekerse kurtuluş kolaydır. Yani, çokça “Lâilâhe illâllah” demek işin başıdır. Nefis, vücut ülkesini tasarrufu altına aldığı an akıl, irade, hisler kısaca herşey onun emrindedir. Böyle insan hem maddeten, hem mânen tehlikelidir.
Nefs-i emmârenin kötü huylarından onikincisi de şehvettir. Şehvet diğer kötü huylar gibi, sahibini cehenneme sürükleyici âfetlerden sayılmıştır. Bununla beraber şehvet, hadd-i zâtında insan ve hayvan neslinin bekasına hizmet için Cenâb-ı Hakk’ın verdiği nimetler içerisindedir. Yalnız şu kadar var ki, bu şehveti Cenâb-ı Hakk’ın emrettiği doğru yolda kullanmayı bilmelidir. Şehvet erkeklerde on üç ilâ on sekiz yaş arasında tahakkuk eden bir kudrettir. Bunun sû-i istimali (kötüye kullanılması) her ne vech ile olursa olsun sıhhate zararlı olduğu malûmdur. Bazen tedavisi müşkül olan büyük hastalıklara yol açtığı da muhakkaktır. Onun için şehveti mucib hallerden sakınılmasını Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’inde bizlere emir buyurmuştur. Göz görmekle, kulak işitmekle, dil söylemekle, el de temasla bu şehveti tahrik eder ve insanın büyük günahlara girmesine sebep olurlar. Bundan dolayı gözleri korumak için önümüzden başka taraflara bakmamayı büyüklerimiz bizlere tavsiye etmişlerdir.
Zira Allah Teàlâ, kendisini unutanlara kendi kendilerini de unutturur. Artık ne olduklarını bilmez bir hale gelirler. Ve insanlık adını taşımalarına da Cenâb-ı Hak müsaade etmeyerek onların hayvanlar mertebesinde olduklarım buyurmuştur. Yâni hayvan bile değil, belki onlardan dahî aşağıdadır. Çünkü hayvanlardan pek çok faydalar vardır. Fakat kendini yaratan Allah’ı tanımayan ve onu unutanın hali çok gariptir ki, “Bel hüm adall” buyurulmuştur. Bugün de bu insanların birbirlerinin mallarına ve canlarına kast edişleri bu unutulmanın neticesidir. Bu hususta daha fazla malûmat almak isteyenlerin İmam Gazâli’nin bu mevzudaki yazılarını okumaları tavsiye ederim.
Ey Merhametlilerin en Merhametlisi!
Ey Tövbeleri kabuleden ve Dualara icabet eden Rabbimiz!
Sana yöneldik.
Efendimizi şefaatçi yapıyor, ellerimizi O'nun mübarek ellerinin altında tutuyor ve istediklerimizi böylece istiyoruz....Ey Rabbimiz! Bazı yüzlerin ağarıp, bazı yüzlerin kararacağı günde; bizi yüzleri ak, gönülleri pak olan, sevgili resülünün bayrağı altında toplanan mesut insanlar zümresine kat. O'nun yanında cennete girmeyi, mübarek Cemalini görmeyi, Senin dostlarınla komşu olmayı ve en büyük makam olan rızana ulaşmayı nasib eyle .
Amin.

11 Aralık 2007 Salı

SEVGİ YÜREKTEDİR
Ten bağıma değil
Gönül iklimime
Serdim seni.
onun için!
Vazgeçilmezimsin
Ey sevgili.

Ukbada buluşurmuş
Diri olan yürekler.
O yüzdendir ki;
Manevi sevgiler
Kalpleri besler.

Dünya ötesine taşacaksa
Kopmalısın bağından.
Hürriyet odur ki!
Gönüle el çektirir masiva''dan.

NOT:Masiva (dünya ile ilgili olan işler)

10 Aralık 2007 Pazartesi

LÜTUFLAR KUŞAĞI


Allah Teâlâ buyurmaktadır ki:

"Sabah akşam Rabb'lerine (sırf) O'nun (rızasını ve) cemalini dileyerek dua edenlerle beraber candan sabır (ve sebat) et! (Sakın) Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme! Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme!.."

"Kiminle dostluk kurayım?" diyen Yusuf b. Hüseyn'e:

"Kalbinde Dünya'ya aid bir şeye malik olmayan, senin hiç bir halini ayıplamayan, kendilerine karşı ne kadar çok değişirsen değiş, sana karşı takındıkları tavrı değiştirmeyenlerle dost ol!..Çünkü dostlara en fazla muhtaç olduğun zaman, en çok değiştiğin zamandır!.." buyurur.

İki fert arasındaki meclübiyet, ruhanî beraberlikden doğuyor ise, hiç bir engel önünde sarsılmaz. Tatmin olmakla tükenmez.

Nefsanî sebeplerden doğan meclûbiyet ise, en basit engellemelere mukavemet edemeyip yıkıldığı gibi, her tatminkarlıkta bir parça daha tükenir. Rûhaniyet ortadan kalkar. Ulviyyet yolunda ilerlemenin yegane kanunu, meclûbiyetlerin ruhanî temayüllerle gerçekleşmesini sağlamaktır.

Esasen beşer hayatını yükseltip veya alçaltmada en büyük müessir, muhabbet ve nefreti yönlendirmeğe bağlıdır. Eğer muhabbet layıkına, husumet ve nefret de müstehakkına tevcîh olunursa, o tevcihdeki şiddet nisbetinde fail yükselir. Aksine hareket, yani muhabbeti layık olmayana, husumeti de gayr-i müstehakkına tevcîh, tevcîhdeki şiddet nisbetinde hayatı süflîleştirir.

"Nefsin katli ve ölümü, müslüman olmasından ve kötü sıfatlarının değişmesinden ibarettir."

9 Aralık 2007 Pazar

Soluğunda Yaşamak

Soluğunda yaşamak çiçek kokusu gibi

Beni... Öperken... Koklayışını...
Şimdi nasıl özlüyorum;
Bilemezsin! ..

Tamm kulağımın dibinde aldığın nefesin “içinde” oluşumu...
Ve işte o derin nefesle içine doluşumu...
Şu an nasıl da hissediyorum! ..

İçime...
Şimdi içime uçan balonlar savruldu yine!

...

Şimdi yine içimin göklerine başını sürüyor bu balonlar; mırıldayan pisiler gibi! ..
Şimdi yine, boynumda titremeler duyuyorum...
Terliyorum; buharlaşıp, solunmak isteyen buğular gibi! ..

İçimde;
İçine ateş üflenmiş balonlar uçuyor yine! ..

İçimde ne varsa hepsi “seni” arıyor içimde ve hep bir ağızdan “seni” soruyor bana...
Halbuki;
“Ben” yokum! ..


.....
Ben; Senin... Boynumun üstünden aldığın son derin nefesinle içine dolmuştum ya! ..
Ve ben, hâlâ içinde esip durmaktayım ya...
Öyle, değil mi? ..

İşte ben, belki de bunu özlemekteyim çılgınlar gibi...
Yani, soluğunda yaşamayı çiçek kokuları gibi! ..
.....
Bunun için özlüyorum beni öperken koklayışını...
.....
Bunun için içimin göklerine başını sürüyor şimdi balonlar; mırıldayan kedi yavruları gibi! ..
.....
Bunun için titriyor ve terliyorum; buharlaşıp, solunmak isteyen buğular gibi! ..
İçimde; İçine ateş üflenmiş balonlar uçuyor yine! ..
.....
Ben... Beni öperken... Beni nasıl kokladığını hatırlıyorum.
.....
Ben, şimdi nasıl özlüyorum bilemezsin beni koklayışını! .. Ve çiçek kokuları gibi soluğunda yaşamayı...
Ve beni nefees nefes içine alışını.

İçimde; İçine ateş üflenmiş balonlar uçuyor yine! ..
Ve ben çok özlüyorum;
Soluğunda yaşamayı, çiçek kokusu gibi! ..

Muammer erkul