30 Nisan 2008 Çarşamba

Doğru Yaşa Mutlu Ol


Yaşamda sevinçlerin nerede gizli olduğu belli. Önemli olan onların bilincinde olmak ve hayatımıza geçirmek...
Aklını kullan...
iyice tanımadan hiçbir insana bağlanma...
Bitmemiş ilişkilerin üzerine ilişki kurma, acı çeken sen olursun...
İyice soruşturup diğer insanların da haklı olabileceğini düşün...
Seni takmayanı sen hiç takma, konuşmayanla asla konuşma...
Güvenmediğin biriyle asla flört etme..
Yalanını yakaladığın kişinin düzelebileceğini, aldatan kişinin bir daha yapmayacağını düşünme... İnsanlara doğru değer ver hak etmeyenleri sil...
Kimseye yalvarma...
Asla dönüp de arkana bakma...
Sır tutmasını bil...
Dostlarının sevgilinden daha önemli olduğunu unutma.
Onları asla sevgilin için satma..
Hak ettiğin sevgiyi alamadığında kendini üzme, sorun sen değilsin...
Kimsenin lafıyla doldursa gelme ama aklının bir köşesinde de tut...
Kafanda bitirdikten sonra iki çift tatlı söz, iki damla gözyaşı için asla yumuşama...
Seni sevenlerle kullananları iyi ayırt et...
Seni dinleyip anlamaya niyeti olmayanlarla tartışma...
Emrivaki oluşturulan dostlukları kabul etme...
Eğer verdiğin sır o kişide kalmıyorsa ikinci bir sır şansı verme...
Dostun olacak insanları bazı kriterlere göre belirle...
Kendini öven insanlardan kaç...
Karşındakinin doğruyu söylediğini varsayma...
Kendine saygını yitirmene neden olacak hiçbir şey yapma.
Sorunun olduğunda insanlar zaman ayırıp seni dinliyorlarsa onların öğütlerini göz ardı etme... Göz göre göre su birikintilerine tas atma, mutlaka üstüne sıçrar...
Kendinin herkesten daha önemli olduğunu unutma...
Sen istemediğin sürece kimsenin seni üzemeyeceğini aklından çıkarma...
Gözyaşlarının değerini bil. Onları haketmeyenler için harcama...
Senin zekana inanan insanları hayal kırıklığına uğratma...
Kendini sev...
Alkol alınca kontrolünü yitirenlerle asla tartışma...
Dışarıdaki güneşe bakıp gülümse ve önünde koskocaman bir gelecek olduğunu unutma... Dostluğunla yetinmeyenler için hiçbir fedakarlık yapma...
İnsanları kaybediyorsun diye ağlayıp sızlama, ama kazandığın insanların değerini bil...
Aşkta bile mantığına küsme. Kalbin doğru yolu bulacak içgüdüye sahip değil...
Kimseye taşıyabileceğinden fazla değer verip bununla övünmesine fırsat verme...
Güvenmediğin kimseye aleyhine kullanılabilecek hiçbir koz verme...
istediğini almak için asla duygu sömürüsü yapma... Sana duyulan sevgiyi ve güveni istismar etme..
HER ZAMAN DOĞRU OL... MUTLU YAŞA...

1 Nisan 2008 Salı

Yeni Bir Sayfa Açarken Kur'an olsun Yüreğime Yoldaş

Ayetler Işığında hayatınıza yeni bir sayfa açmak istiyorsanız bol bol Kur'an okuyun....Benim için yeni bir dönem başladı, bildiğim kur'an-ı daha çok okumak uygulamak ve hayata geçirmekle başladım...Rabbim samimi olan tüm kullarına o güzel ayetlerini anlayacak bir yürek bahşedecektir...Yeni bir Yürek inkilabına hazır olun



“Size verilen herhangi bir şey, dünya hayatının kısa süreli bir geçimidir. Allah'ın yanında bulunanlar ise, daha hayırlı ve daha devamlıdır. Bu mükâfat iman edenler ve Rablerine tevekkül edip güvenenler içindir.” (Şûrâ: 36)
Bu mükâfatı hak edenler Allah-u Teâlâ'nın koyduğu hudutlar içinde ömürlerini sürdürürler, her vesile ile Rızâ-i ilâhî'yi ararlar. Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor: “De ki: Dünya geçimi azdır. Ahiret ise Allah'tan korkup kötülükten sakınanlar için daha hayırlıdır. Size kıl kadar haksızlık edilmez.” (Ayet :Nisâ: 77)
Günahlar kalp üzerine baskı yaparlar ve onu sıkıştırırlar. Zengin de olsalar, her arzularına nail de olsalar, o darlıktan o huzursuzluktan kurtulamazlar. Gönül dar olunca koca dünya insana dar gelir. Bir Âyet-i kerime'de: “Kim benim zikrimden yüz çevirirse, onun hakkı da dar bir geçimdir.” buyuruluyor. (Tâhâ: 124)
Zâhiren nimetler içinde görünse bile, dilediğini yiyip içip, dilediğini giyinip, dilediği meskenlerde yaşasa bile; ne rahatı ne huzuru olur, ne kalbinde genişlik ne de ferahlık olur. Tereddütlerden, kuruntulardan, boş hayallerden, uzun emellerden kendisini kurtaramaz. Bunun da sebebi hidayetten uzak oluşlarındandır.
Allah-u Teâlâ sadece ahirette değil, dünyada da huzurlu bir hayat bahşeder. Bu, iman edip sâlih ameller işleyenlere bir vaad-i Sübhânîdir. Mümin, insanın rızkının Allah-u Teâlâ'nın takdiri ve tedbiriyle olduğunu bildiği için, ilâhi taksime râzı olur, rızkı ne kadar az da olsa kalbi rahat eder. Kâfirin ise kanaatı olmadığından, rızkı ne kadar çok ve zengin de olsa kalp darlığından kurtulamaz. Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor: “İman edip amel-i sâlih işleyenlerin kötülüklerini elbette örteriz ve onlara yaptıklarının daha güzeli ile karşılık veririz.” (Ankebut: 7)

22 Şubat 2008 Cuma

Sabır Ya Sabır


Sabır bir aydınlık, sabır bir teselli… Büyük Sahra’ya yağmur, istiridyeye inci… Sabır göz pınarlarını kurutan ferahlık; sabır hüzünler kulübesinin ışığı… Eyyub ile Yakup, derviş ile sultan…Nur-ı aynım, iki gözüm, Bildin mi neydi sabır? Haşre dek yokluğa hüküm giymiş bir güzelin kadehindeki iksir miydi; son gezginin gözyaşlarıyla suladığı bir çiçek mi, ıssız harabelerin eşiğinde ıstırabı emerek büyümüş nazenin bir kelebek mi? Karlı caddelerin kıyısında açmış ayın ondördü zambaklar bilir sabrı, nur-ı aynım, altın şehirlere uçan ebabiller bilir. Sadık rüyalarda bir gemi Ağrı Dağı’na çıkar sabırla ve yaralı süvariler geçer kehkeşanlardan daruşşifalara doğru. Serazad türküsüyle hercaî bir bülbül konar Kitab’ın son sayfasına, sabrı şeydalanır seherler ve sabahlar boyu nur-ı aynım, sabrı şeydalanır. Sabır bir hazine ki… Yılanlar bekler gerçek!.. Bir hazine ki… Tek miskali Yusuflar satın alır…… Bir hazine ki… Beşiği âb-ı hayat sükunetiyle süslenen bebekler büyür hendesesinde nur-ı aynım, ve tahammül renkli güzellikler yansır eşyaya bakışlarından. Bir hikaye anlat bana sabra dair, nur-ı aynım, bir hikaye anlat; gerçek olsun. Kalbinin rengi damlarken hani, çekik gözlü nakışlar vururdu sevinçleri, onu anlat. Yanağına düşen her güneş damlası yeni mağlubiyetler asardı boynuna ve eksik olan şey hep bir adım önde giderdi hani, onu anlat. Kafesi taşlara çalıp içindekini salıvermediğinden mi nur-ı aynım, yoksa bir derya mavisinde buruk toprak kokusuna dalıvermediğinden mi, bir imtihan içre iplik iplik bağlanmışsın şah yüreğine ve kirkitler erişlere vuruyor, argıçlar kirişlere… Sabır bir kilim oluyor nur-ı aynım, kilimi anlat…… Sabrı bildin mi nur-ı aynım, bildin mi sabrı? Hani yağmur çamur okula gidip de tipi boran kapıda bekleyen var ya?!.. Hani masumiyeti Kandehar tepelerinden boşluğa bir şahin gibi süzülen beyaz kuğu?!.. Sonsuz köşeli dayatmalarda hani zamanı biriktiren nazenin yasemen var ya?!.. Hani nisan dallarında vurulup kanı akmayan kanarya?!.. Helvaya durdu korukları, acımsılık lezzet oluyor dimağlarında. Onlar ki, soluk almadan bekleyişlerin sırrını öğrendiler kalpleri henüz durmadan, ve bulamayacakları çarelere adreslenmiş mektupların, açılmayacak kapılara gizlenmiş umutların sırrına erdiler; adı sabırdı!.. İsteksiz gülüşler serpildi kanayan yaralara nur-ı aynım, sabır adına bilinçsiz köşelere asılan afişler kirlendi, yolların üstüne uzaklar düştü, hep uzaklar… Karşılıksız sevmelerin şarkısı eski plaklarda kaldı iki gözüm, ve bir gece daha sancıdı yıldızlar, bir gece daha… Şimdi geceler en ince yerinden bölünmede nur-ı aynım, şehir bir denize doğru ağlamakta. Bildin mi sabrı nur-ı aynım, neydi sabır? Sabır adına, ve umut adına… Kol kanat edinip umutları, bereketli baharlara bir koşu başlar mı acep? Mum gibi eriyen ve mum rengince üzülenlerin; yandıkça ağlayan ve gözyaşlarınca yananların can ipliklerinde dumanı tütmez alevler parıldıyor, aydınlıklar tel tel yüzlerine vuruyor. Mutsuzluğun beslediği uzak arzular değil oysa umutsuzluk… Ve yakınlarda, çok yakınlarda bir sabır heykelinin eli değiyor eline. Zirvede bir imtihan var nur-ı aynım, zirvede bir imtihan var.
Kırk Güzeller Çeşmesi : İskender PALA

29 Ocak 2008 Salı

BİR LEYLA DÜŞLEMESİDİR AŞK


Bir Leyla düşlemesidir aşk. Yanmaktır bir gülün kırmızısında, türküler yakmaktır sevgiliye. Gün batımlarında tutulan sevdaları gün doğumlarında aramanın adıdır aşk. Seherlerde bülbülün yanık nağmelerinde gül hasreti çekmektir; güle rengini veren, yüreğini veren bülbül olmaktır aşk. Ve biz şimdi büyüsü kaybolmuş zamanlarda aşkın peşine düştük. Pazar pazar gezinen Zeliha olduk aşkımıza bir Yusuf bulmak için. Yusuf, esrarını gizleyen ebedi iffetti. Mecnun'a özendik sevdamızı bir Leyla'ya yüklemek için. Leyla bir ışıktı, ab-ı hayattı aşkı filizlendiren. Ferhat olup Şirin'ler hatırına gönül kazmasını yamaç yüreklere vurmak istedik. Şirin, gönül aynasında aşkı büyüten bir suretti. Bitmeyen özlemler büyütüyoruz bağrımızda. Leyla'ya, Şirin'e, Aslı'ya adadığımız yüreklerimiz vardır. Suretten öte aradığımız bir yâr vardır. Yârin adıyla yan yana bilinsin istediğimiz adlarımız vardır. "Aşk" ile "ilgi duyma"nın karıştırıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Artık güllerimiz Leyla kokmuyor, sevda kokmuyor. Aşkın ilk basamağına dahi çıkamadık. Tutkulara takılıp kaldık. Dergâha gelen delikanlıya şeyhin "Sen git, âşık ol da gel, aşkı bil de gel!" dediği kadar dahi olsa, yüreklerimize işleyemedik aşk nakışını. Gönül toprağına atamadık aşk tohumunu. Nadasa bırakılmış yüreklerimize bir Leyla tohumu düşmedi. Biz ölümsüz ve günahsız aşklara değil, günübirlik sevdalara takılıp kaldık. Cismaniyetin ağında ateş böceklerini yıldız sayanlar gibi, tutkuları aşk sandık. Talihsiz yanılgılarla yanlış ateşlerde yandı ruhumuz. Sonu "kaf"la biten, "aşk"ta kalb vardır. Kaf, kalbidir aşkın. Aşkın kalbini çıkarıp aldığınızda geriye "aş" (k) kalır, ceset kalır, madde kalır. Mecnun'un aşkına özenip de yürüdüğümüz yollar, çöl değil. Oysa aşk, çölde haz verir insana. Kalb, çöl yanmışlığında kanıyorsa aşk vardır. Aşk, yanmışlıkla daha bir lezzet verir aşığa. Susuzluktan çatlayan dudaklardan dökülen Leyla adı, cânân adı, can verir ölür ruhlara. Çölde ceylanların sürmeli gözlerinde Leyla'yı görenler, aşka uyanır seherlerde. Ve aşkın büyüsü örülür seherlerde. Toprak öperken alınlarımızdan, aslında Leyla'dır buseler konduran. Bizim seherlerimizde ceylanlar yok artık. Biz seherlerimizi uykulara feda ettik, göremiyoruz Leyla bakışlı ceylanları. Üstümüze güneşler doğar oldu. Geceler boyu yıldızlarla söyleşip de onlara elveda diyemedik gün doğumlarında. Biz, ceylanların gözlerini öpemedik, bu gözler Leyla'nın gözlerine benziyor diye. Uykulara feda ettiğimiz seherlere ağlayamadık. Leylasızlığa akmadı göz yaşlarımız. Biz sevemedik yaratılanı Yaratan'dan ötürü. Yunus mektebinde diz çöküp okuyamadık aşk kitabını. Oysa, varlığın özünde sevda hamuru vardı. O hamuru besleyen aşkın pişmanlık gözyaşı vardı. Adem ile Havva'dan dökülen. Şimdi ezeli pişmanlıklara değil, günübirlik sancılara akar oldu gözyaşlarımız. En sevgiliye iltifatlar vardı sevgililer sevgilisinden, "Ben sana âşık olmuşam ey şerif!" hitabının tatlı sıcaklığı vardı. "Levlake..." hitabıyla başlayan bin bir renkte iltifatlar vardı. Âşık ile mâşûkun ezelde yazılı, göklerde yan yana asılı adı vardı. Aşk medeniyetinin sevda pazarında, gönlümüzü bir Leyla'ya, son Leyla'ya, en Leyla'ya sunmanın hesabındayız. Yere göğe sığmayan Sevgililer Sevgilisini gönül Kâbe'sinde misafir etmenin telaşındayız. Misafirlikler bir olmak içindir, tek olmak içindir.Tıpkı kapısına gelen âşıkına seslenen sevgilinin tek olma hayali gibi. "Kimsin?" diye seslenir kapısını çalana. Aşka tutulan âşık "benim" der. Ve tekrar seslenir sevgili. "Burada iki kişiye yer yok. Gönlüm teki arzular." Tekrar kapının tokmağına dokunan ve ısrarından vazgeçmeyen âşık, benlik libasından sıyrılır. "Sen'im" der. Vahdete adım atar, bırakır ikiliği, küfrü bırakır, çokluğu bırakır. Sevdiğinde fânî olur. Aşkın bekâsını bulur. Ebedî aşkı arzulayanlar, sevdiğinde fânî olup ölümsüzlüğe kucak açanlardır. Ve sevenlerin dilinde sevilenlerin adı bayraklaşır. Dillerde hep Leyla kitabı okunur. Kulağa gelen her nağmede Leyla, esen her rüzgârda Leyla... Buram buram hep Leyla... Kuşların ötüşünde, güllerin kan kırmızı kıvrımlarında, göğün mavisinde, ağacın yeşilinde hep Leyla vardır. Yağmur damlaları vuslata koşar, düşer toprağa. Toprak, Leyla'sıdır yağmurun; toprağın Leyla'sı yağmur... Mecnun'a adını sorarlar, Leyla der. Geldiği yeri sorarlar, gideceği yeri sorarlar yine Leyla, hep Leyla der. Hep aşk... Gönlünü Leyla'ya kaptırmışların şafaklarında, güneşin ışıldayan çehresinde gamzeli tebessümler saklıdır. Dağların doruklarında hiç kaybolmayan beyazlıklar, Leyla'nın yüreğe serinlikler bahşeden sevdasıdır. Aşk, kar beyazı vefalar saklar bağrında. Yüreğine yasak koyanlar, vefalara bezenmiş aşklarında ölümsüzlüğün kapılarını aralar. Gecenin mavi karanlığında yıldızlardan taç yapan âşıklar. Leyla durağında sevda yağmurlarıyla ıslanırlar. "Cennet gözlüm" dediğimiz ve yarım kalmış yanımızı tamamlayan sevgiliyi alıp da yanımıza... "Sen ey cenneti müjdeleyen Sevgili, Sevgilim!" deyip düşüp de peşine, tutunup da eteğine aradık mı hiç gecenin ve gündüzün Leylasını? Sevdanın ve Leyla'nın aşkına kaç gün doğumlarını sancıyla yaşadık? Gün batımlarında kaybettiğimiz Leyla'yı bir gülün kırmızısında bir bülbülün feryadında aradık mı hiç? Leyla'dan başkasını görmez oldu mu gözlerimiz? Yanıklığıyla ve ceylanlarıyla kendisini aşka çağıran çöldedir Mecnun. Dolaşır bir baştan bir başa. Yüreğinden aşka ırmaklar akar çöl kumlarında. Gönlünü avutur. Dolaştığı günlerden bir gün... Fark edemez namaz kılan bir dervişin önünden geçtiğini. Leyla'dan başkasını görmeye yasaklı gözleriyle göremez, namaz kılan dervişi. Namaz biter. Kırk yıllık bekleyiş yükünü bilen derviş kızar Mecnun'a. Özür kuşanmış kelimelerin ardından, paslı vicdanlara bir hançer gibi, saplanan sözler dökülür Leyla kitabı okuyan dudaklardan. "Kusura bakma derviş baba, ben Leyla'nın aşkından seni göremedim. Ya sen, huzurunda bulunduğun Mevla'nın aşkından beni nasıl gördün?" Aşk yanılgısıyla avunan yürekler sıtmaya tutulur. Yeni bir sevdanın, ezelî ve ebedî Leyla'nın eşiğinde aşka uyanır canlar, Leyla'ya uyanır. Vuslat kokan düşler Leyla'ya uzanır.

24 Ocak 2008 Perşembe

SEVMEK


PENCERENİZ NEREYE BAKIYOR?


Pencereler vardır, denize bakar. Açınca deniz vurur yüzünüze, kapatınca sessiz bir mavilik dolar evin içine. Deniz kadar derindir bakışlarınız, deniz kadar dalgalı olmasa bile hayatınız.
Pencereler vardır, uçsuz bucaksız ovalara bakar. Yürüseniz saatler sonra ulaşabileceğiniz noktadır, evinizin içinde bakakaldığınız. Gökyüzünün yer yüzüyle birleştiği o müthiş fotoğraf, yer ile gök arasındaki konumunuzu belirler: Ne kadar arzîsiniz ya da ne kadar semavî…
Pencereler vardır, hayata bakar. Hayattan ne anlıyorsa insan, o kadar geniş, o kadar ferah, o kadar huzur vericidir; penceresinden evine sızan. Hayatı bir hapishane gibi görüyorsa, ayak seslerinden, ayakkabı görüntülerinden ve araba lastiklerinden başka bir şey görmez, ruhunun penceresi olan gözlerini açtığında.
Pencereler vardır, insanın kendisine bakar. Ne kadar derinse duruşu, ne kadar özgürse ruhu, ne kadar güzel görebiliyorsa; o kadar geniş, o kadar uçsuz bucaksız, o kadar güzeldir manzarası. Yüzeyselse, ancak karşı apartmandaki insanı görüp durur, penceresini her açtığında. Pencereler vardır, açılmaz; sadece seyredersiniz. Koklayamazsınız, işitemezsiniz, elinizi uzatıp dokunuyor gibi hissedemezsiniz.
Peki sizin pencereniz nereye açıyor?

21 Ocak 2008 Pazartesi

BAHAR YÜREKLİM


Bahar yürekli sevdiğim, özlemin yüreğimin özün de
Sen diye haykırıyor engin denizlere ve göklere
Sesiz çığlıklarımı martılar duyuyor sadece
Bir de Rabbim biliyor özlem kokan günlerimde...
Öğrendim ki hayat çok sevileni vermiyor insana.
Engeller koyuyor hayatın köşe başlarına.
Her dönemecin başında, durup bakma ardına
Bakanlar kaybetmiş tarihin tozlu sayfalarında.
Bahar yürekler hiç solmaz İnşAllah....

17 Ocak 2008 Perşembe

YORGUNUM YORGUN


Yoruldum çok Yoruldum... Kendimden yoruldum Sürekli maske takmaktan İçim Kan ağlarken İnsanlara gülmekten yoruldum Çok sinirliyken bile Sakin olma zorunluluğundan yoruldum Hıçkırarak ağlamak isterken Gözyaşlarımı içime akıtmaktan Delice severken içimden dağlara denizlere Hoyratça esen rüzgara toprağa kuşlara Seviyorum diye haykırmak isterken Susmaktan yoruldum Mavinin her tonunda kaybolmak isterken Siyaha esir olmaktan yoruldum Kendimden yoruldum Hep güçlü olmak ne zordur Hep sorumluluk sahibi olmak Her zaman haklı olmak Herseyi bilmek zorunda olmak Ruhum yoruldu Çoçukken genç olmak Gençken olgun olmak Çok zor yoruldum Çabuk tükettim ömrümü Yarınlarımı..... Umutlarımı..... Duygularımı....... Geri dönüşü olmayan bir tüneldeyim Oyunun adı hayat Başrolde ben Yardımcı oyuncular sevgi, aşk, acı, geçmiş Senaryo konusu Herseye ragmen Mutlu Olma Sanatı Ve oyun bitti..perdeler indi ışıklar söndü Kendimden yoruldum.
Hoşçakalın hayat sizlere hep mutluluk getirsin

12 Ocak 2008 Cumartesi

SORGUSUZ BİR SEVDA BU

Sevmek ne güzel bir duygudur...
Sevilen sen isen sevdiğim...
Sevgi ancak seninleyken yakışıyor... bana ....Ben seni hesapsız sevdim
Sonu ne olur diye hiç düşünmedim...Sadece seninle yaşamak ve hayata dalmak öyle,uçarcasına
kuşlar gibi...engin sulara atlarcasına...
Derinden ve içten...öylesine değil benim sevdam....sorgusuz bir sevda bu...mekanı yok, çatısı yok en güzel yeri senin kolların ve sıcaklığın...
Sen severmisin diye beklentisini yok...
sorgusuz bir sevda benimkisi
Baş kahramanı sen, son kahramanı yine sen...
Hakikatli bir sevda bu yürekten sana süzülen...

5 Ocak 2008 Cumartesi

ÖMER HAYYAM


SEVGİLİYE


Sevgiyle yoğrulmamışsa yüreğin
Tekkede , manastırda eremezsin
Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada
Cennetin cehennemin üstündesin





Bir sır daha var , çözdüklerimden başka
Bir ışık daha var , bu ışıklardan başka
Hiç bir yaptığınla yetinme , geç öteye !
Bir şey daha var , bütün yaptıklarından başka

AŞK

Ezeli sırları ne sen bilirsin ne de ben
Bu muammayı ne sen okuyabilirsin ne de ben
Perde ardında sen ben dedikodusu var amma...
Perde kalktı mı ne sen kalırsın ne de ben


Ey dünyanın işinden haberi olmayan sen yoksun
Dünya esen yel üstüne kuruldu..
Varlığımız iki yokluk arasındadır
Çevrendekilerde hiçdir sen de bir hiçsin


Medresede söz vardır tekkede de hal
Fakat bu aşk sözden de dışarıdır halden de
İster şeriat müftüsü ol ister şehir vaizi
Aşk mahkemesine gelindi mi dilsiz kesilir


Bugün zevk etmek elindeyken zevkine bak
Yarını düşünmen beyhude bir heves
Bir çok kişiden arda kalanlar
Sana da kalmayacak sen de göçüp gideceksin...

BİR KALBİ

Bir kalb ki onun sevmesi, aldanması yok.
Tutkunluğu yok, bir güzele yanması yok.
Bin kez yazık olsun sevgisiz bir yüreğe,
Aşksız geçecek günlerin faydası yok

YÜREK
Bir yürek ki yanmaz yürek denir mi ona
Sevmek haram yüreğinde ateş olmayana
Bir günü sevgisiz geçirdinse yazık
En boş geçen günün o gündür inan bana.

ÖMER HAYYAM

FARABİ FELSEFESİ


"İnsan, bazen bir tesadüfle güzel işler yapar. Bazen de bu güzel işleri isteyerek değil, herhangi bir baskı altında yapmış olur. Böyle yapılan işler, mutluluk getirmez."Der Farabi
Farabi'nin felsefesi özetle şudur: İslam felsefesine zihinciliği getirmekle kalmamış, bu felsefenin ilk kez kapılarını açan da kendisi olmuştur. O, metafiziğe mantık yoluyle ulaşmış, İslam diniyle felsefe arasında sıkı bir ilişki kurmuştur.
FARABi: "Hiç bir şey kendi kendisinin nedeni olamaz. Çünkü, nedenin kendisi, oluşandan öncedir."
"Hiç bir şey kendiliğinden yok olmaz, böyle olsaydı, var olmazdı."
"Erdemlerin en büyüğü bilimdir."
İnsan ruhunu belirleyen El-Farabi şöyle yazar : “İnsan, bütün hayvanlardan farklı özellikleriyle ayrılır; çünkü onda gücü ortaya çıkaran, madde organları yoluyla hareket eden bir ruh ve bunun dışında madde organları olmadan hareket eden bir güç vardır; bu güç akıldır. Yukarıda belirtilen güçlere, onlardan her biri için görev gücü olan beslenme, büyüme ve çoğalma gücü dahildir. Kavrama güçlerine dış güçler ve iç duygu, özellikle hayâl gücü, tahmin gücü, hafıza gücü, düşünce gücü ve vücudu harekete geçiren hareket güçleri, ihtiras ve nefret dahildir. Saydığımız bu güçlerden her biri belli bir organ yardımıyla hareket eder, aksi takdirde iş olmaz. Bu güçlerden biri bile maddeden ayrı gerçekleşmez”.
El-Farabi şöyle der : “Her insanın kendi varlığı ve en yüksek mükemmelliğe erişmesi için yalnızlığına neden olmayacak ve isteklerini denediği toplumdan ayrı olarak ona erişen her insanın topluluğunda gerek duyduğu erişme için pek çok şeye gerek duyar. Bu bakımdan her insan diğeriyle ilişkisi bakımından tam olarak böyle bir durumdadır. İşte bu nedenle onun varlığı için gerekli payı herkesin diğerine verdiği, insanların birbirine yardım birliği yoluyla insan doğasında ayırdığı mükemmelliğe erişebilir. Bu, toplumun bütün üyelerinin faaliyeti toplu olarak onlardan her birine varlığa ve mükkemmelliğe erişmesi için gerekli her şeyi verir. İşte bu nedenle insan bireyleri çoğaldılar ve yerleşim bölgeleri oluşturdular. Sonuçta insan toplumları ortaya çıktı. Bazıları tam bir toplum, diğerleri ise tam olmayan toplumları oluşturur. Bu bakımdan tüm toplumlar üç tipten oluşur : Büyük, orta ve küçük.” Bu şekilde insanların birliği bütün değil, orta olur. Hayatta, mutluluğun oluşmasından mükemmelliğe erişme amacı oluşur.
Namussuz devletten söz eden El-Farabi, ortaçağ döneminde ilk olarak Abbasi halifesinin sosyal karşıtlığını gösterdi ve onları teorik olarak açıklamayı denedi. El-Farabi, kötünün eninde sonunda ezileceğine ve dünyada iyi başlangıçların galip olacağına inanıyordu. Onun sosyal fikirleri, oldukça ilerici ve insancıldır. Feodal zulüm ve savaş döneminde toplum fikirlerini hırs olmadan ve bütün dünya halkları arasındaki barışçıl ve dostça ilişkilerin fikirlerini cesurca ileri sürdü.