8 Temmuz 2010 Perşembe

Aşkın bir adı da yorulmamaktır.




AŞK RİSALESİ



Dirilmek yeniden

Yerin uyanması gibi kımıldaması gibi toprağın

Bulutları yarması gibi gün ışığının

Yağmurun ansızın boşanması

Binlerce kuşun bir anda parlaması havalanması

Erimesi gibi karların ve buzulların

Patlaması gibi dal uçlarında tomurcukların



Dirilmek yeniden

Yüzyıl süren bir berzahtan geçmişiz gibi

Kandan kinden öfkeden

Üstümüze bir sağnak boşanmış gibi

Sürekli lekelendiğimiz çözülmeye terkedildiğimiz

Bir bataktan çıkar gibi.



Yürürken otururken yatarken

Hep çürümek durumunda kalmış

Duyduklarımızdan dolayı kulaklarımız

Gördüklerimizden ötürü gözlerimiz

Dokunduklarımız için ellerimiz.



Belli bir bozgun yaşamışız

Her şeye ölüm dadanmış sanki

Kadınlar ki anne olmamak için direniyorlar

Erkekler ki savaşmayı tümden unutmuşlar

Çocuklar zaten hiç çocuk olmuyorlar

Çocukluk kalkmış dünyadan gibi

Her çocuk antik çağ filozoflarından bir kalıntı sanki.



Aşkın son saltanatını yaşamak içinmi ey kalbim

Ruhun serüvenine bir kale olmak için mi?

Bu başkaldırma kanatlanma.



Durmadan geçiyordu o zamanlar

Üstümüzden tanklar toplar binler tonluk arabalar

Boğuk bir ses madeni bir böğürme

Bir metropol devinin içimiz titreten iniltisi

Ta uzaklarda şehirlerin üstünde kımıldayan

Bir korkunun yüreğimizde biriken tedirginliği

Bir sam yeli gibi bedenimizi yüzümüzü saçlarımızı

Yalayarak

Çekiyordu bizi ve herkesi.



Ama sen uzaklardaydın ey kalbim

Uzaklardaydın, sevdiğim uzaklardaydı

Ayın ve yıldızların çağlayarak

Berrak şelaleler yaparak

Coşku içinde aktığı

Bir yerlerdeydi.



Hani bir gün bir çobana rastlamıştık

Kavalıyla bir sümbülü emziriyordu

Adı ferhat mıydı neydi

Koyunların kurtların böceklerin ve çiçeklerin

Sadakatten mest oldukları

Her birinin gözlerinde

Kaybolur gibi kayar gibi

Dalıp gittiğimiz o saadet evreni

Kayaların yüzlerinden okuduğumuz o ebedi bilinç

Bizi çekip almıştı kılcal damarlarımızdan.



Yaslan göğsüme sevdiğim

Benim gönlüm gök gibidir açık deniz gibidir

Pas tutmaz benim içim yeryüzü gibidir toprak gibidir

Sen ki bulut gibisin

Ay gibisin güneş gibisin bazan.



Usul usul inen

Yağmur tıpırtılarını

Dinler gibi

Dalıp gitmiştik

Sen konuşuyordun

İpil ipil yağan bir yağmur gibi konuşuyordun

Onlar ki konuklarımızdı

Adları Keremdi Yusuftu Kaystı

Hepsi de ezelden tanıdıktı dosttu.



( Ara Çağrı )

Sen bir taze haber gibi gelmiştin unutmadım

Her gelişin bir taze haberdi unutmadım



Aşktı alıp verilen altın bir vakitti yaşadığımız

Bir muştuyu algılamanın sürekli gerilimiydi sanki

unutmadım



Can oynanırdı evlerde yollarda meydanlarda

Can alınıp can verilirdi hiç unutmadım



Sen uyurdun uykun bir tepeden seyredilen uçsuz bir vadi

Kıyısından seyredilen bir denizdi sanki unutmadım



Ah sevgili ! Hayat görünürdü kapından, bir çırpınış

yüreklerimizde

Sen evinden çıktığında güneşler doğardı içimizde

unutmadım



Toprağa düşen tohum onda gizlenen renk şekil koku

Senin için biçimlenirdi renklenirdi kokardı senin için

unutmadım



Ebedi masum çocuklar zamanın solmayan çiçekleri

İstemişlerdi de ezan okumuştu Bilal bir sabah

unutmadım



O dirildi O dirildi diye birden çalkalanan sokaklar

Ölüm ki sonsuza açılan bir kapıydı hiç unutmadım

Ey aşk ey dirilik soluğu ey evrenin hareket kaynağı

Nasıl unuturum nasıl unuturum hiç unutmadım.



Haydi gel sevgilim

Uzanalım toprağın altına

Çiçekler mayalansın göğsümüzde

Bu akıp giden bu kör gidip yol giden

Kalabalıkları bu insanları

Ezen çiçekleri, bir kere bile farkına varmayan

Dökülen bu yıldızları yağmur birikintilerine

Çiğneyerek geçen bu adamları ve kadınları

Uyarmak için bir an durdurmak için

Bu bizi terkeden, bacaları öksüz ve boynu bükük

İçimizde sonsuzluk kavislerinden izlerini taşıdığımız

Ama şimdi kendimizi zorlasak da

anımsayamadığımız tasarlayamadığımız o kırlangıçları

Ah tekrar dönülebilir mi? yaşayabilirmiyiz ?

Uzansak yerin altına ve toprak olsak.



Haydi gel sevgilim

Bir daha deneyelim

Bir kere daha kesmek için yolunu kalabalıkların

Yüreğimizden gönlümüzün derinliğinden

Vermek hep vermek için

Çünkü dağıttıkça çoğalır bizim zenginliğimiz

Aşkın bir adı da berekettir

En iyi anlatandır o

Hirada bir mağarada

Gözden döküleni

Gönülden geçeni.



Ah hep o kelimeyi bulmak için bütün bu

Çabalarım

Seni çağıracak olan.



Nasıl da unuttuk

Oysa daha anar anmaz adını

Ansızın patlayan bahara bir pencere açmışız gibi

Kış ortasında çıkıveren güneş gibi

Birden sıyrılıverip bulutlardan

Üryan görülen can gibi

Doldururdun içimizi

Ve eviçlerimizi.



Ah oruçlu bir ağustos vaktinde

Bir kayanın dibinden kaynayan

Soğuk ve berrak sulara

Uzanıp kana kana

Avuç avuç alıp

Yüzümüzde içimizde

Duyduğumuz

Gibi

Aşk.



Ah bir yalnızlık vaktinde

Herkesle birlikte olduğumuz

Gene de yalnız olduğumuz

Bir parkta

Ta uzaklardan gelir gibi

Bir tamburdan bir ezginin

Bizi bizden ve herşeyden

Alıp götürdüğü gibi

Aşk.



Haydi gel sevgilim gene arayalım

Makam-ı İbrahimde rastlanan ayak izlerini

Dedesinin elinden tutup Kubays dağına götürdüğü

Yüzüsuyu hürmetine yağmur istediği

Yeryüzünün bereketlenip çiçeklerle bezendiği

Develerin coşarak çöllerde

Ayak sesleriyle şiirler bestelediği

O vakitleri.



Haydi gel bir daha bir daha

Arayalım

Herkesin ve herşeyin uykuya vardığı

Bir vakitte

Gürül gürül

Bardaktan boşanır gibi

Yeryüzünü ve gökyüzünü

Dünyanın bu yüzünü ve öbür yüzünü

Geceyi ve gündüzü

Dolduran

Yüreğimizi kuşatan

O kitaptan

Okunanı.



Yaşamak, avını gözleyen

Sessiz gergin

Soluk soluğa

Bir atmaca

Sağ elimin

Parmakları ucunda.



Ve ölüm

Bir güvercin

Beyaz

Süzülen masmavi gökten

Berrak sulara.



Bir yıldız kayıyor kayıyor kayıyor

Bir dal uzuyor uzuyor

Bir gül kanıyor bir seher vaktinde

Yanıyor bir ateş için için

İçimde içimin de içinde

Bir ezgi dönüyor dönüyor dönüyor

Bir ney eriyor dudaklarımda



Aşkın bir adı da yorulmamaktır.

Erdem Beyazıt