'Gönül Allah'ın evidir, onu Allah'tan gayrı her şeyden temizle ki, Rahman gecelerde o saraya nüzûl etsin; İlâhî varidatın kalbe sağanak sağanak yağsın.' İşte kalbi öldüren virüslerdir
İnsanın iki bünyesi vardır. İlki, hepimizin bildiği, beden dediğimiz fizik bünye. Diğeri ise bu bünyenin metafizik âlemdeki dublesi. Birincisi "hücre" adı verilen yapı taşlarından teşekkül etmiştir. İkincisini oluşturan en küçük parçalara ise "lâtîfe" denir. Her iki bünyenin merkezinde de "kalb" vardır. Fizik bünyedeki kalb, bütün damarların bağlı olduğu bir santraldir. Vücuda kan pompalayan, hücreleri besleyip hayatta kalmalarına vesile olan hayatî bir organdır. Bu sebeple beden sağlığı, kalb sağlığıyla doğru orantılıdır. Ritim bozukluğu olan, damarları tıkanan, kapakçıkları düzensiz bir kalbin, bünyeyi uzun süre taşıyabilmesi mümkün değildir. Kalb durunca da hayati fonksiyonlar biter.
Manevî bünyemizin merkezinde de kalb vardır. Sûfîler bu kalbi "insanın asıl hakikati" olarak isimlendirirler. Allah'a muhatap olup sorumluluklar yüklenen bu kalbdir. Bu kalb, hidayetle de kanatlanabilir, dalâlete de yuvarlanabilir. Bu kalb, İlâhî ma'rifetin merkezidir. Allah bu kalbde bilinir. Namazdan lezzet alan, secdeyi ayrı bir tatla duyan, kulluğun heyecanını derinden hisseden bu kalbdir. Bu kalb, Cenab-ı Hakk'ın esmâ ve sıfatlarının tecelli ettiği odak noktadır. Kur'an'da, dinî ilimlerde, tasavvufta ve edebiyatta "kalb" dendiği zaman bu kalb kastedilir. Bu kalb, Zât-ı Vâcibü'l-Vücûd'u bütün fiilleri, isimleri, sıfatları ve şuunâtıyla tanıyıp sevebilecek bir kapasiteye sahiptir. Bilinip tanınmayı ve kendisine ibadet edilmesini murad buyuran Kudreti Sonsuz, bunun için insanı ve onun kalbini yaratmıştır.
Kalb, imanın, niyetin, ma'rifetin, ilmin, hikmetin ve Allah'a yakın olmanın kalesidir. Orası iman, ibadet ve ihsan duygularının ana vatanıdır. Kalb, Cenab-ı Hakk'ın nüzûlüne âmâde bir saraydır. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri ne güzel söyler:
"Dil beyt-i Hüdâdır, ânı pâk eyle sivâdan;
Kasrına nüzûl eyleye Rahman, gecelerde"
"Gönül Allah'ın evidir, onu Allah'tan gayrı her şeyden temizle ki, Rahman gecelerde o saraya nüzûl etsin; İlâhî varidatın kalbe sağanak sağanak yağsın."
Öyleyse, oraya Hakk'ın hoşnut olmadığı hiçbir şey yerleşmemelidir. Nefsânî, dünyevî ve şeytanî duygular Hüdâ'nın evinin bahçesine gecekondu yapmamalıdır. İşleri yağma olan kırk haramiler, o hazineye musallat olmamalı, birikmiş güzellikleri yok etmemelidir. Başta küfür olmak üzere, nankörlük, riyâ, süm'a, ucub, kibir, tûl-i emel, hırs, şehvet, gaflet, nefret, kin, hased, menfaatperestlik, makam sevgisi, şöhret tutkusu gibi amansız düşmanlara karşı kalb, karantinaya alınmalıdır.
Bunlar, kalbi öldüren tehlikeli virüslerdir. Kalb, İlâhî isim ve sıfatların aynası ise bu hastalıklar o aynanın yansıtma özelliğini kaybettiren, paslandıran, kirleten unsurlardır. Bunlardan kurtulamayan bir kalb, ayna olma görevini yerine getiremez. Ayna kirli ve paslı olunca ahlâka, ibadetlere ve davranışlara İlâhî nurlar aksetmez. Simalarda ilâhî nur görünmez. "Mü'min, görüldüğü zaman Allah'ı hatırlatır" beyanı da buna işaret eder. Ayna ne kadar parlak ve pürüzsüz ise davranışlar o kadar düzgün ve İlâhî ahlâka uygun olur.
Öyleyse fizik bünyedeki kalbin sağlığı için ne kadar hassasiyet gösteriyorsak, esas kalbimiz için daha fazlasını göstermeliyiz. Onu mikroplardan arındırmalı, sağlıklı çalışıp manevî bünyemizin bütün latîfelerine kan pompalamasına, can vermesine yardımcı olmalıyız. İstiğfar ile kalbi kirlerden temizlerken, dua ve ibadetlerle orayı cennet bahçesine çevirmeye çalışmalıyız.
Manevî bünyemizin merkezinde de kalb vardır. Sûfîler bu kalbi "insanın asıl hakikati" olarak isimlendirirler. Allah'a muhatap olup sorumluluklar yüklenen bu kalbdir. Bu kalb, hidayetle de kanatlanabilir, dalâlete de yuvarlanabilir. Bu kalb, İlâhî ma'rifetin merkezidir. Allah bu kalbde bilinir. Namazdan lezzet alan, secdeyi ayrı bir tatla duyan, kulluğun heyecanını derinden hisseden bu kalbdir. Bu kalb, Cenab-ı Hakk'ın esmâ ve sıfatlarının tecelli ettiği odak noktadır. Kur'an'da, dinî ilimlerde, tasavvufta ve edebiyatta "kalb" dendiği zaman bu kalb kastedilir. Bu kalb, Zât-ı Vâcibü'l-Vücûd'u bütün fiilleri, isimleri, sıfatları ve şuunâtıyla tanıyıp sevebilecek bir kapasiteye sahiptir. Bilinip tanınmayı ve kendisine ibadet edilmesini murad buyuran Kudreti Sonsuz, bunun için insanı ve onun kalbini yaratmıştır.
Kalb, imanın, niyetin, ma'rifetin, ilmin, hikmetin ve Allah'a yakın olmanın kalesidir. Orası iman, ibadet ve ihsan duygularının ana vatanıdır. Kalb, Cenab-ı Hakk'ın nüzûlüne âmâde bir saraydır. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri ne güzel söyler:
"Dil beyt-i Hüdâdır, ânı pâk eyle sivâdan;
Kasrına nüzûl eyleye Rahman, gecelerde"
"Gönül Allah'ın evidir, onu Allah'tan gayrı her şeyden temizle ki, Rahman gecelerde o saraya nüzûl etsin; İlâhî varidatın kalbe sağanak sağanak yağsın."
Öyleyse, oraya Hakk'ın hoşnut olmadığı hiçbir şey yerleşmemelidir. Nefsânî, dünyevî ve şeytanî duygular Hüdâ'nın evinin bahçesine gecekondu yapmamalıdır. İşleri yağma olan kırk haramiler, o hazineye musallat olmamalı, birikmiş güzellikleri yok etmemelidir. Başta küfür olmak üzere, nankörlük, riyâ, süm'a, ucub, kibir, tûl-i emel, hırs, şehvet, gaflet, nefret, kin, hased, menfaatperestlik, makam sevgisi, şöhret tutkusu gibi amansız düşmanlara karşı kalb, karantinaya alınmalıdır.
Bunlar, kalbi öldüren tehlikeli virüslerdir. Kalb, İlâhî isim ve sıfatların aynası ise bu hastalıklar o aynanın yansıtma özelliğini kaybettiren, paslandıran, kirleten unsurlardır. Bunlardan kurtulamayan bir kalb, ayna olma görevini yerine getiremez. Ayna kirli ve paslı olunca ahlâka, ibadetlere ve davranışlara İlâhî nurlar aksetmez. Simalarda ilâhî nur görünmez. "Mü'min, görüldüğü zaman Allah'ı hatırlatır" beyanı da buna işaret eder. Ayna ne kadar parlak ve pürüzsüz ise davranışlar o kadar düzgün ve İlâhî ahlâka uygun olur.
Öyleyse fizik bünyedeki kalbin sağlığı için ne kadar hassasiyet gösteriyorsak, esas kalbimiz için daha fazlasını göstermeliyiz. Onu mikroplardan arındırmalı, sağlıklı çalışıp manevî bünyemizin bütün latîfelerine kan pompalamasına, can vermesine yardımcı olmalıyız. İstiğfar ile kalbi kirlerden temizlerken, dua ve ibadetlerle orayı cennet bahçesine çevirmeye çalışmalıyız.
Süleyman Sargın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder